Bahir ile Sitare, Minval Yayınevi’nin yayımladığı ilk edebiyat eseri. Bir tarafıyla ‘kadınlara eşlik etme yeteneğini yitirmekte olan erkekliğe’ dair modern ve ironik bir trajedi olan roman, aşkın, inancın, cinselliğin, özgürlüğün, hayatın ve ölümün sonuna kadar gidiyor. Yazarının ifadesiyle ‘yaratılışın sınırlarında saf ve delice bir bale yapan’ roman, tanrısal bir kimlik talep eden kadın cinselliği ile kimliksiz bir kadın eti talep eden erkek cinselliği arasındaki yüksek gerilim hattında ilerliyor. Hayatta kalma güdüsü ve cinsellik ile uygarlık ideali arasındaki “korkunç çelişki”ye ve bu çelişkinin tuhaf sonuna odaklanan roman, alt başlığında olduğu gibi belki de zamanların sonundaki derin bir kopuşu haber veriyor. Yazar Cem S. Ulutaş, 7 yılda tamamlayabildiği romandaki tezleri aslında 20 yılda olgunlaştırmış. “İnsan gerçekliğine dair yeni bir bakış getirebilen bir roman yazabileceğime inanmasaydım, yazmaktan vazgeçecektim” diyor. İstanbul’da, kozmopolit bir aileye doğan Bahir, dünyada sürgüne gönderilmiş bir ruh gibidir. İnançla olan bağları, vicdan ve estetik yoksunu gelenekçiler yüzünden yok denecek kadar zayıftır. Onların gürültüsü, eğer varsa bile Tanrı’nın sesini duymaya engeldir. Ona göre felsefe tükenmiş, edebiyat içi boş kurgulara dönüşmüştür. Hayatı boyunca ürkütücü varlıklarını hissettiren iç seslerini anlamak için yeterli güç ve cesareti de yoktur. Sitare’de yüksek cinsel hazlar, aradığı cesareti verecek sıra dışı kadını bulur. Onunla beraber ‘göğe yükselmeyi’ umar. Ama yerin dibine batar, ezilir, aşkı ona ne kadar yüce gönüllü ve ne kadar alçak olabileceğini gösterir.